Türk Dili Kurumu sözlüğünde haddizatında Fransızca kökenli olan anormal sözcüğü şöyle tanımlanmaktadır: Genel olana, alışılmışa ve kurala aykırı olan, normal olmayan, düzgüsüz. Dengesi yerinde olmayan, davranışı bozuk olan, deli, sapık. Foley (1935), anormal davranışı nesnel olarak tanımlamanın zorluğunu vurgulayarak bazı önemli tartışmalara dikkat çeker. Örneğin, anormal davranış farklı şiddetlerde karşımıza çıkar. Ruh sağlığı alanı ise sadece nadir görülen aşırı uç örneklerle değil, anormal davranış skalasının tamamıyla ilgilenmektedir. Günümüzde ruh sağlığı, insanların kendi iyi oluş hallerini (well-being) destekler biçimde başkaları ile ilişki kurabilmeleri, bilişsel ve duygu düzenleme becerilerinden etkin bir şekilde yararlanabilmeleri, iş, okul ve ev yaşantısında işlevselliklerini sürdürebilmeleri ve kendi potansiyellerinin farkında olarak bunu geliştirmek için çaba sarf etmeleri olarak tanımlanır. Dolayısıyla ruh sağlığı, psikolojik rahatsızlığın olmamasından çok daha fazlasıdır; psikolojik rahatsızlık ise bir tanı almayı gerektirir (Johnstone, 2001). Anormal davranışın tanımı ile ilgili tartışmalar doğrultusunda günümüzde şu ölçütlerin tanı kriterlerine temel teşkil ettiği düşünülmektedir. Bu ölçütlerin her biri psikolojik rahatsızlık olasılığını düşündürmekle birlikte hiçbirinin tek başına psikolojik rahatsızlık tanısı koymak için yeterli olmadığın vurgulamak gerekir (Bennett, 2006)

1. İşlevselliğin bozulması: Psikolojik bozukluk, bireyin evinde, iş yerinde ve okulunda günlük işlevlerini ve sorumluluklarını yerine getirememesine neden olur ve üretkenliğe zarar verir (Bennett, 2006; Johnstone, 2001). İşlevselliğin ne derece bozulduğu, aynı zamanda rahatsızlığın ne denli şiddetli olduğunu gösterir (Hardcastle & Hardcastle, 2003 aktaran: Johnstone, 2001).

2. Öznel sıkıntı: Psikolojik rahatsızlık kişiye sıkıntı verir ya da sıkıntılı bir süreç sonrasında ortaya çıkmıştır (Bennett, 2006).

3. Sosyal normlara uymama: Psikolojik rahatsızlık, kişinin içinde bulunduğu kültürde belli durumlara verilen sıradan tepkilerden belirgin ölçüde farklıdır (Bennett, 2006).

4. Kişilerarası ilişkilerin bozulması: psikolojik rahatsızlık, kişinin yakın ilişkilerinde problemler yaşaması ile sonuçlanabilmektedir (Johstone, 2001).

5. Süreklilik: psikolojik rahatsızlık, süreklilik arz eder, çoğunlukla ısrarcı ve tekrarlayan niteliktedir. DSM-5’te yer alan psikolojik bozukluk başlıklarının çoğunda tanı konulabilmesi için şikayetlerin belli bir süre boyunca görülmesi gerektiği belirtilmiştir.

Orta Çağ Avrupası’nda tanım ve uygulamalar

Geçmiş dönemlerden itibaren deli olan kişilerin kötü ruhlarım etkisi altında kaldıklarına, içlerine şeytan girdiğine, olağan üstü güçlere sahip olduklarına, büyüye maruz kaldıklarına inanılırdı. Psikolojik bozukluk belirtisi gösterenlere; insomnia, depresyon, kaygı duyanlara, amnezisi olanlara daha bir sürü diğer hastalıktan mustarip kişilere deli gözü ile bakılırdı. Bu durum daha çok Orta Çağ Avrupası’nda yer etmiş, anormal davranışlara ithaf edilen tanımlardır. Şeytanın etkisi altında olduğunu düşündükleri delileri rahipler tedavi etmeye çalışırlardı. Delilerin değişkenlik gösteren ruh halleri mevsim değişikliklerine, ay ve güneşin durumuna bağlanırdı. Bir şekilde tanrıyı kızdıran kişilerin onun gazabına uğradığını düşünürlerdi.

Akıl hastalıklarına delirium (sayıklama) adını veren Hipokrates ve Galenos gibi hekimler beden ve ruhun dengede olması gerektiğine inanıyorlardı. Galenos ruh hastalıklarının tamamen nörolojik olduğunu ve ruh hastalıklarını beyin hastalığı olarak görüyordu. Galen vücuttaki dört sıvıdan bahseder kişinin mizacının bu dört sıvının yoğunluğuna ve azlığına göre belirlendiği görüşünü taşıyordu. Örneğin, melankoli kara safra ile ilişkilidir. Tedavinin genel çerçevesi vücuttaki bu sıvıları dengelemekti: az olanı arttırmak, çok olanı azaltmak . Bu sebepten ötürü bazı besinler sağlığa zararlı olması nedeniyle tavsiye edilmez ve özel diyetler verilirdi.

Avrupa’nın bazı kentlerinde deliler için bazı bağışlar yapılıyordu. Mustarip kişilerin bakım ve masraflarını şehirler kendi bütçelerinden karşılamaktaydılar. Fakat herhangi bir şekilde tedavi edilmiyorlardı. Sadece hapse atılıyorlardı. Bazı şehirlerde ise deliler bir gemiye bindirilip uzak yerlere gönderiliyordu. Suyun onların iyileşmelerine olumlu etki yaratacağını düşünüyorlardı. Bir geleneğe göreyse delinin öfkesi geçene kadar deli suyun içine batırılıp çıkarılırdı. Bazı delileri de dini ritüellerini yerine getirmek için şehir şehir gezen insanların yanına veriyorlardı (Foucault, 2015)

Orta Çağ’ın ilerleyen dönemlerinde Hristiyanlık dünyasında tedaviler için manastırlar büyük öneme sahip olmuştu. Manastırlar ayrım gözetmeksizin hastalara barınma sağlayan yerlerdi. Manastır hekimleri ya da keşişleri şifalı bitkilerden yararlanarak hazırladıkları iksirler ve merhemlerle kendilerine başvuran hastaları iyileştirmeye çalışırlardı. Hastanın ruhunun temizlenmesi için ibadet etmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Bu manastırlarda başarılarıyla ün yapmış bir isim vardı; Azize Bingenli Hildegard. Galenos’tan esinlenen azize vücuttaki sıvıların az ya da çok olmasının akıl hastalıklarına yol açtığını düşünmüştür (Torun , 2018).

13.yüzyılda ise Londra’da filmlere ve kitaplara konu olan Bethlem Kraliyet Hastanesi kurulmuştur. Hollanda’da Dolhuis, Fransa’da kurulan Hotel-Dieu gibi ünlü olanlarla birlikte küçük de olsa İspanya, İtalya gibi ülkelerde de hastaneler açılmıştır. Bu hastanelerde tedavi yöntemleri din ile iç içe geçmiştir. Kan alma, müshil, kusturma gibi yöntemler de kullanılırdı. Ancak bunun yanında hastaları zincirleyerek zapt ederler ve çoğu zaman da döverlerdi.

Orta Çağ İslam Toplumlarında tanım ve uygulamalar

Orta çağ İslam dünyasında Şam, Bağdat, Kahire gibi önemli şehirlerde akıl hastalarının da tedavi edildiği hastaneler (Bimarhaneler) kurulmuştur. Bu şekildeki ilk hastane de 707 yılında Emevi Halifesi Abdülmelik tarafından kurulmuştur. Bu hastanelerde yatan kişilerin ailelerinden herhangi bir ücret alınmıyordu ve istedikleri zaman aileler hastaları gelip görebiliyorlardı. Masrafların tamamını devlet kendi bütçesinden karşılıyordu. Hastalar, müzik ve şifalı otlarla tedavi ediliyordu. Hastalara egzersizler yaptırılıyordu. Müshil verme, kan alma, kusturma gibi tedavi yöntemlerine gidiliyordu. Beslenmenin tedavide olumlu katkısının olduğu düşünüldüğünden mutfakları da oldukça zengindi (Dolls, 2013). Bu dönemde sadece akıl hastalarıyla ilgilenen tekkeler de mevcuttu. Avrupa’da uygulanan tedavilerden çok farklı olarak ve bazısı modern psikolojide ve psikiyatride de kullanılan yöntemler kullanılmıştır. Melankolik kişi yalnız kalıp derin düşüncelere dalmasın diye oyalanması için spor, seyahat, satranç gibi etkinlikler öneriliyordu. Haşhaş otunun sakinleştirici özelliği olduğu için antidepresan olarak kullanılırdı.

Galen ’in çalışmalarından etkilenen ve döneminin çok ilerisinde olan, ruhla ilgili çalışmaları da bulunan hekim İbn-i Sina’nın eserlerinden yararlanan Selçuklular, tıp okulları ve darüşşifalar açmışlardır. Bu hastanelerden bazıları şunlardır: Nureddin Hastanesi, Kayseri Gevher Nesibe Tıp Medresesi ve Maristanı, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası ve Amasya Darüşşifası (Erer, Atıcı, 2010). Akıl hastaları için özel odalar bulunan bu hastanelerde tıbbi tedaviler dışında akıl hastalarına müzikle tedavi yöntemi uygulanırdı. Delilerin hastalık türlerine göre onlara uygun şekilde müzik türleri dinlettirilirdi. Müzik, özellikle melankoli hastaları için iyi gelmekteydi. Müzikle birlikte su sesi ve hoş kokular da kullanılmaktaydı. En güzel örneklerinden biri Osmanlı döneminden kalan Edirne’deki hastanedir.

Türkçede psikolojik bozukluğu olan kişilere yüklenen anlamlar

1. Cinlerle ilişkilendirilme, öfkeli olma ve saldırganlık: Psikolojik bozuklukların cinler gibi doğa üstü güçlerle ilişkilendirilmesi, erken dönem Tengricilik ve Şamanizm inançlarının hâkim olduğu dönemde ortaya çıkmış ve çeşitli dönüşümlere uğrayarak günümüze kadar gelmiştir. Cinlerle ilişkilendirilme kendi içinde başka anlamlar içerir. Örneğin, cinleri ayağa kalkmak, cini tutmak deyimlerinin karşılığı aşırı derecede öfkelenme hali, bu anlamlardan biridir. Deli etmek ve deli olmak işten değil deyimlerinde de delilik, doğrudan cinlere atıfta bulunmamakla birlikte sinirli ve hiddetli olmayla ilişkilendirilmiştir (Çelik, 2016).

2. Muhakeme yetisinin olmaması ve ilişkili anlamlar: Birçok atasözünde delilik, akıllı olmamanın karşıtı olarak karşımıza çıkar. Ancak muhakeme yetisinden yoksun olan delilerin be nedenle ne tür davranışlar sergiledikleri ya da ne gibi özelliklere sahip olduklarıyla ilgili başka anlamlar da eklenmiştir. Örneğin, delinin başı ucunda yatmaktan, akıllıların ayağı ucunda yatmak hayırlıdır. Günlük hayatta sık kullanılan Deliye her gün bayram ifadesi ise delilerin, muhakeme yetisinden yoksun olmaları nedeniyle olayların ciddiyetini kavrayamamaları ve sorumlu tutulamayacakları nedeniyle mutlu oldukları varsayımına dayanır (Çelik, 2016).

3. Psikolojik rahatsızlıkları olan kişilere yönelik duygular: Çelik (2016), psikolojik rahatsızlıkları olan kişilerin Allah tarafından esirgendiğine dair inancın yaygın olduğundan, bu nedenle bu kişilerin dışlanmak yerine hoş görüldüğünden, toplumda kabul edildiğinden dem vurur

*Bu makalede yer alan fikirler Süleyman Işık’a aittir ve İFTAM’ın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Kaynakça

  • Çelik , A. (2016). Türkiye Türkçesi atasözü ve deyimlerinde toplumun delilik algısı. Uluslararası Edebiyat ve Toplum Sempozyumu. Bartın Üniversitesi.
  • Foucault, M. (2015). M. Foucault içinde, Klasik Çağda Deliliğin Tarihi Akıl ve Akıl Bozukluğu (M. A. Kılıçbay, Çev.). Ankara: İmge. Kolektif. (2020).
  • E. Tuna , & Ö. Öncül-Demir (Dü) içinde, DSM-5’e Göre Anormal Psikoloji (s. 636). İstanbul : Nobel .
  • Torun , E. (2018). Bizans Sanatında Doktor Azizler ve Şifa (Yüksek Lisans Tezi). E. Torun içinde, Bizans Sanatında Doktor Azizler ve Şifa. Sivas: Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstittüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı.
Paylaş