İnsanın var olduğu mekânda kaos kendiliğinden oluşur, eğer bir düzen içinde olmazlarsa. Fıtraten insanlara zaten bir düzen lutfedilmiştir. Buna basitçe “sünnetullah” denir. Sünnetullah, Allah’ın medenî olan insan için belirlediği sosyal kanunlardır ve bunları peygamberler yoluyla insanlara iletip kanunlara uyanların mutluluğa, uymayanların ise yok olup gittiğini biliriz.[1] Bu düzenin yaşatılmasını ise siyaset ile sağlayabiliriz ama buradan kesinlikle bu düzenin ve siyasetin Müslümanlar için olduğu düşünülmesin çünkü Allah-u Zü’l Celâl Rabb’ül Müslimîn değil, Rabb’ül Alemîn’dir. Siyasetin genel olarak kabul gören tanımı kuralların yapımı, korunması ve değiştirilmesidir fakat bize göre sadece korunmasından ve devam ettirilmesinden ibaret de olabilir. Yani bir yönetim sanatıdır.
Elbette bu siyaset içinde bir mahkûm ve bir muktedir olmak durumundadır, yandaş olduğu gibi muhalif de olacaktır. Her şey zıttı ile kaimdir fakat bu işlerden hasıl olması gereken uyum içinde eylemlerde bulunmaktır. Aleyhisselâtu Vesselâm Efendimiz Hazretleri’nin ümmetimin ihtilafında rahmet vardır mealindeki hadis-i şerîfini bilmek lazımdır, bunu hayatın pek çok yerine tatbik edebiliriz. İhtilafta rahmet olması elbette birlikte azap olması anlamına da gelmez, buradan mana farklı görüşlerin olması mümkündür, bunu istişare ile yani uyum içinde yapmak gerektir.
Bu siyasetin yürütülmesi insana verilmiştir. Ayette buyrulduğu üzere “Biz emaneti göklere, arza ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir”. [2] Urefâ bunu göklerden murâdın melekler, arzdan murâdın hayvanlar ve cinn ü şeyâtin, dağlardan murâdın ise vahşiler ve kuşlar olduğunu söyler. Vücut bulma sebebi Allah’ın zâtını ve sıfâtını bilmek olan insanın seçilmiş olmasını ise Necmeddîn-i Dâye mühim bir kaynak kitap olan Mirsâd’ül İbâd’da “Hazret-i Allah’ın cemâlinin insanda tecelli edip, Hakk’ın sıfâtına mazhar olmuştur”[3] diyerek açıklamıştır. Daha sonra ise insandaki tecelliyi “âyine” ile yani “Allah Âdem’i kendi sûretinde halk eyledi.” hadis-i şerîfi ile desteklemektedir. Elbette ki biz Kur’an-ı Azimüşşân’dan da biliriz ki insan halîfedir, bu da bir başka sebeptir.
Sûfî Metinleri, Tedbirâtü’l İlâhiyye ve Ekberî Gelenek
Halifetullah olan insanın bu işleri yürütebilmesi için ulema ve urefa takımları sünnetullahın ya da ilahi kanunların direkt olarak ehli oldukları için birtakım yardımlarda bulunmuşlardır. Bilhassa muktedir olana, olanlara ve öğrenmek isteyenlere sûfî metinleri yazmışlardır. Bu yazılan sûfî metinleri İslâm-sûfî siyaset düşüncesini fevkalade yönlendiren metinlerdir ve bir çeşit siyasetnâme olarak nitelendirilebilirler. Sûfî siyaset düşüncesinin önde gelen ve Osmanlı öncesi kaynakları olarak Necmeddîn-i Dâye’nin “Mirsâdü’l- İbâd’ı”, Şeyhü’l Ekber İbn’ül Arabî’nin “Et Tedbirâtü’l- İlâhiyye’si -ve buraya Fütûhât’ı da dahil edebiliriz-” ve Ebû Hâmid Gazzâlî’nin “Et-Tibrü’l-Mesbuk’u” gibi eserler sayılabilir. Elbette bu isimler ve yazmış buyurdukları eserler bir siyaset geleneği oluşturmak için yeterlidir fakat bu geleneğin devamını da sağlamak elzemdir. Osmanlı sonrası geleneği İdris-i Bitlisî’nin “Mir’atü’l-Cemâl’i ve Kanûn-ı Şehinşâhî’si”, Sarı Abdullah Efendi Hazretleri’nin “Tedbirü’n-Neş’eteyn’i ve Cevheretü’l-Bidâye’si” ve Ekberî geleneğin -Şeyhü’l Ekber İbnü’l Arabî Hazretleri’nin çizgisi- Osmanlı’da en mühim temsilcisi İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri’nin “Tuhfe-i Hasekiyye, Aliyye, Recebiyye eserleri” günümüzde de sûfî siyaset düşüncesine ışık tutmaya devam etmektedir.
Biz burada sûfî siyaset düşüncesine ağırlığını koyan Şeyh’ül Ekber Hazretleri’nin ve onun temsilcilerinin Ekberî geleneğine değinmeye çalışacağız. Bu geleneğin temel eseri olarak addedebileceğimiz “Tedbirât’ül İlâhiyye” ilginç bir vesile ile yazılmıştır. İbnü’l Arabî Hazretleri bir gün Şeyh Mevrûrî ile görüşür ve “Hakîm” olarak adlandırdığı Aristo’ya atfedilen fakat ona ait olmadığını öğrendiğimiz Sırru’l-Esrâr -Secretum Secretorum- eserini görür. Bu kitap Büyük İskender’in seferlerde yanında bulundurması için Aristo tarafından yazılmıştır fakat kitap âlem-i mülkün tedbirinden oluşur. Siyaset âlem-i mülkün tedbirinden ibaret değildir bundan dolayı Şeyh Mevrûrî ahiret için de bir siyaset yazmasını ister ve seyr ü sülûklara da hitap etmesini ister. İbnü’l Arabî Hazretleri eseri dört günden az bir sürede tamamlar ve manevi siyasetten ibaret değil, Sırru’l Esrâr’ın içerdiği dünya memleketinin siyasetinin eksikliklerini de tamamlayıp tamamlar. [4]
İbnü’l Arabî siyaseti, nebevi hikmetin amelî varlık alanını düzenleyen bir dalı olmakla birlikte bir yönüyle de ilâhî isimler ve mazharları arasındaki irtibatın düzenini açıklayan bir ilim, olarak tanımlamaktadır.[5] Siyaseti temelde iki âlem ile açıklar, bunlar âlem-i mülk ve âlem-i insandır. Mülk ve insan enfüs ü afaka, makro kozmos ve mikro kozmosa, âlem-i kebîr ve âlem-i sağîr’e isabet eder. Fakat bu alem tasavvuru dörtlü görünüm perspektifine çekilir ve dört memleket ve dört hükümdar olur, bunlar âlem-i mülkte zâhirî hükümdar, âlem-i insanda ruh, âlem-i misâlde kutup ve âlem-i melekûtta Allah ismidir ve aynı zamanda mutlak yönetici ismidir. Melekût siyaseti ise mülk ve insan siyasetini düzenleyen temel ilkeleri içerir bunlar ilâhî isimlerin zuhur şekli ve siyasetidir. Bu zâhirî hükümdar -sultan-, ruh ve kutup Allah isminin yetkilendirdiği hükümdarlardır. Her yöneticide kendini açan hükümler aynıdır çünkü bütün alemlerde hakikat tektir.[6] Burada mertebe üzere bir siyaset düşüncesi vardır. İlâhî isimler temel noktadır. Hiyerarşiyi Sultanu’s Sultan olan zât, Allah ismine, ondan er-Rab ismine, ondan da el-Müdebbir ve el-Mufassıl isimlerine doğru kurabiliriz. Allah dediğimiz gibi mutlak yönetici ismidir ve her ismin mümkünlere yönelmesini emreder, er-Rab ise nizamın kaynağıdır ve esma çatışmasını önler, el-Müdebbir isimlerin hükümlerini belirler, el-Mufassıl ise mertebelendirir ve derecelendirir.[7]
Burada er-Rab ismine ayrı bir dikkat çekmek gerekir. Siyasetin nebevi hikmetin ameli varlık alanını düzenlediğini söyleyen Hazret-i Şeyh siyaseti direkt bir isimle irtibatlandırır. Bu isim daha önce de belirttiğimiz gibi nizamın kaynağı olan er-Rab ismidir.[8] Kanunlar ile ilâhî isimlerin arasındaki irtibatı da düzenleyicilerin kaynağı olan bu ismin zuhuratı iki şekilde olur. Allah ileri gelenlerin fıtratına bahşetmiş olduğu hikmet kaynaklı siyaset ile ellerinde bulunan lütuf vasıtasıyla sınırları bilip, uygun yasalarla -nevâmis- siyaset yapılır. İnsanların varlığını sürdürmesinin sebebi olarak da bu otomatik olarak belirli fıtratlara yüklenmiş olan hikmet gösterilebilir. Bu hikmet kaynaklı siyasetin sadece insanda çıkmış olmasının sebebi esmanın Âdem’e bildirilmiş olması ve insanın ilahi surette yaratılmış olmasıdır. Fakat bu fıtrata yüklenmiş hikmet insana Hakk’ı öğretmez, bir bilgi vermez. Elbette insanın Hakk’ı bilmesi için diğer yasa olan şeriatı göndermiştir. İnsanlar arasından seçilen peygamberler vasıtasıyla gönderilen şeriat zaman zaman farklı formlarda da zuhur etmiştir. Bu iki yasadan da çıkarılması gereken ikisinin de iyiliğe ulaştırıcı, hikmete vasıl edici olmalarıdır. Yalnız şeriat, Allah’a dair bilgileri içerir dolayısıyla kesinkes iyilik sağlayıcıdır. İlâhî isimler ve halk arasında peygamber vasıtadır ve bu ilişkiden doğan şeriatı yani hükümleri ortaya çıkaran merci noktasıdır.[9] Fakat seçkinlerin fıtratında var olan hikmet kaynaklı siyasette Allah’ın vermiş olduğu hal mevcut olduğu için âlemi ıslah için düzenlemeler yaparlar ama dediğimiz gibi bu Hakk’ı bilme konusunda yeterli olmaz.
İbnü’l Arabî’nin siyaset düşüncesini öğrendiğimiz Tedbirât eserindeki çoklu okuma sayesinde bize çok katmanlı bir okuma sunar. İnsanın da bir devlet olduğunu ve insanî uzamın da bir memlekete dönüştüğü bu yaklaşımla hükümdara tebaasına nasıl davranması gerektiği konusunda tavsiye bulunur. Yani buradan şunu çıkartmalıyız; Şeyhü’l Ekber’in buyurmuş olduğu bu siyasal düşünce geleneği sadece alem için değil insan için de geçerlidir. Zâhiri hükümdarın siyaseti maddi siyaset, kutup olarak tanımlanan halifetullahın siyaseti manevi siyaset olarak değerlendirilir. Fakat ikisinin de işleyişi benzerdir. Aynı şekilde insanı bir memleket olarak aldığımızda halifesi olan ruh da kendi memleketinde de benzer siyaset ilkeleri geçerlidir. Allah isminin ilâhî isimlerle olan ilişkisi ile kutbun, devlet başkanın ya da sultanın ve sâlikin manevi kemali yani seyr ü sülûkunun paralelliği vardır.[10] Belki de İbnü’l Arabî siyaset düşüncesindeki en net olarak ifade edilebilecek şey budur.
Siyaset ile ilişkilendirilebilecek bazı ilâhî isimlerden bahsedebiliriz. Bu isimler bir varlık tecellisi ile ortaya çıkar. Örneğin Kadîr için bir makdûr olması lazımdır ki ortada bir kudret olsun, üstünlük sağlansın ve biz bu ilâhî ismi bilebilelim. Ekberî siyaset düşüncesinde ilâhî isimlerin aslolduğunu unutmamak gerek. Bu düşünce için örnek verilebilecek isimlerden bazıları el-Vâli, er-Râfî’ ve el-Aliyy gibi isimler olabilir. El-Vâli isminin tecellisi tüm yönetimsel işlerde meydana gelir diyebiliriz çünkü el-Vâli ismi vali olmak, hükmetmek gibi anlamlara gelir. Bu da basit haliyle insanın kendi melekelerine hükmetmesi olarak düşünülebilir, bu bir tecellidir. Diğer bir isim ise er-Râfî’ ismidir ki bu “er-Refî’u’d-derecât” isminde de vardır, bu ismin tecellisi kıdem sağlar ve bir üst mertebeyi alt mertebeye bu isimli boyun eğdirtir. Allah-u Zü’l Celâl, Kitâb-ı Kerîm’inde “Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği şeylerde sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur.”[11] buyurur, buradan er-Râfî’ ismine ulaşılır diyebiliriz. El-Aliyy ismi ise zaten karşımıza “Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’de” çok kez çıkmıştır. Bu devlette ulviyetin içerdiği kudret, bekâ ve her şeyi ihata etme vasıflarının bulunduğunu da zımnen ifade eder.[12]
“Din başka dünya başka değildir, dünya din ile yaşanmak için vardır.”
Elbette siyasetle ilişkili ilâhî isimler başka isimler de vardır fakat daha fazlasını söylemeye çalışmak haddi aşmak olur. İbnü’l Arabî’nin bu siyaset geleneğini elbette kendisiyle sınırlı kalmamıştır. En dikkat çeken gelenek temsilcileri Hamzavî Şeyhi Sarı Abdullah Efendi Hazretleri ile Celvetî Şeyhi İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri olarak bilinir. Sarı Abdullah Efendi ilk Türkçe eseri verirken İsmâil Hakkı Bursevî ise en güçlü temsilcisi olarak düşünülebilir. Bursevî Hazretleri Osmanlı döneminde İbnü’l Arabî Hazretleri’nin ilâhî isimler merkezli siyaset teorisinin kurucusudur. Osmanlı’da olması hasebiyle sultan, vezir, vezirin veziri hiyerarşisine müfti’l-enâm şeyhülislâm, kazaskerler, beylerbeyleri gibi mertebeleri de eklemiş Osmanlı’ya dair sûfî bir değerlendirme yapmıştır. Ayrıca Bursevî Hazretleri eserlerinde devleti de bir vücut olarak söyleyip vilayetlerinin de ilâhî isimler ile siyaseten kıdem sırası olduğunu söyler. Örneğin Mekke-i Mükerreme’de Allah ismi, Medine-i Münevvere’de er-Rahman, Kudüs’te el-Kuddûs ve İstanbul’da ise el-Câmi ismi ile Allah cümlesinin sırrını takdis etsin.
Sonuç
Siyaset günümüz ifadesiyle etmek gerekirse insanın hard-diskinine temel olarak yüklü olarak insanın kendisinde zuhur etmektedir. Çünkü bir düzenin olması insanın sosyal hayatı açısından şarttır. Fakat siyaset âlem-i mülkün tedbirinden ibaret değildir. Hazret-i insan diğer âlemleri de düşünmek zorundadır. Şeyhü’l Ekber Hazretleri’nden gelen ilâhî isimler teorisi ile bir sûfî siyasi düşüncesi oluşmaktadır. Bu ilâhî isimler teorisi ise vahdet-i vücûd neş’esinden kaynağını almaktadır. Buradan şunu çıkarabiliriz ki vahdet-i vücûd temelinde bir siyasi düşünce oluşmakta.
İlâhî isimler tecelli vesilesiyle bilinir ve bu isimlerin kendi arasında bir kıdemi vardır. Bu kıdem sırası tüm memleketlere tatbik edilebilir bir formdadır. İnsanın ta kendisi, zâtından tutun bir imparatorluğa kadar tatbik edilebilir bu form. Bu düzende yani Hazret-i Şeyh’i kurucu olarak addettiğimiz düzende bir dervişin seyr ü sülûku nasıl işliyorsa bir devlet de aynı şekilde işler. Herkes memleketin kendine sultanı vardır. Daha önce dediğimiz gibi âlem-i mülkte zâhirî hükümdar sultan iken insanda ruh iş başındadır. Yazımızda siyaset ile ilişkilendirilebilecek ilâhî isimlere değindik fakat insan düşündükçe daha nice tecellilerin farkına varıp siyasetin nasıl şekillendiğini akledebilir. Şeyh’e göre siyasetin insanda ortaya çıkması için Allah tarafından verilen hikmet ile olur, bu insanlar seçkin olarak anılır. Elbette bu insanın Allah’ı bilmesine yeterli olmaz bir de şeriat gerekir ki mutlak nizam, iyiliğe ulaşılsın.
Arz etmeye çalıştığımız bu teoriyi somut olarak Osmanlı’da görmek mümkündür. Hatta günümüzde dil ile ifade ettiğimiz fakat aslında sûfî siyaset teorisine ait olabileceğini düşünmediğimiz “Devlet-i Aliyye ve devlet-i ebed-müddet” gibi ifadeler elbette ki bu teoriden zuhur etmesi makuldür. Çünkü varlığın sürekliliği, zamansal ve mekânsal sınırının olmaması gibi düşünceler ontolojik manada Şeyh’in düşüncesinde vardır. Zira Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç Beyefendi’nin de sık sık lütfettiği gibi Osmanlı’nın manevi babası İbnü’l Arabî olarak zikredilir ve hatta ulema, urefa ve siyasiler “Biz iki anneden süt emdik, biri İbnü’l Arabî, diğeri Hazret-i Pîr Mevlânâ’dır” diye tarif ederler.[13]
Şeyhü’l Ekber Hazretleri’ne nispet edilen bu sûfî siyasi teorinin ana mantığını şu şekilde arz edebiliriz; bir öz düşünce olan vahdet-i vücûd teorisinin ilâhî isimler ile birlikte siyaset mekanizmasının ayrı gayrı olmadığı ve bir vahdet içre âlemlerin nizam içinde varlığının devamının sağlandığı bir teori olarak düşünebiliriz. Tüm memleketlerin –insan, tarîk, devlet gibi- benzer nizamda yürüdüğünü de eklemek gerekir.
*Bu makalede yer alan fikirler Mahmut Ata Koltaş’a aittir ve İFTAM’ın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Kaynakça
Çakmaklıoğlu, Mustafa. “Klasiklerimiz-XVI: Muhyiddin İbnü’l Arabî (560-638/1165-1240) et-Tedbirâtü’l-İlâhiyye fî Islâhı Memleketi’l-İnsaniyye”. Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 7 (2006): 283-302.
Çelebi, İlyas. “Sünnetullah”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2010, XXXVIII, 160.
Kavak Özgür, haz. Sûfî Diliyle Siyaset- İrşâdü’l mürîd ile’l- murâd fi tercemeti Mirsâdü’l- ‘ibâd. İstanbul: Klasik yay., 2019.
Kılıç, Mahmud Erol. İbnü’l-Arabî, İstanbul:İSAM yay., 2015.
Öztürk, Özkan. “Osmanlı Siyaset Düşüncesi ve İbnü’l-Arabî: et-Tedbirâtü’l-İlâhiyye Üzerinden Bir Okuma”. Osmanlı’da İlm-i Tasavvuf, 8-10 Aralık, 2017, İstanbul, 2018, ed. Ercan Alkan-O. Sacid Arı, (İstanbul:2018), 745-766
_____; Siyaset ve Tasavvuf, İstanbul: Dergah yay., 2017.
[1] İlyas Çelebi, “Sünnetullah”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 2010), XXXVIII, 160.
[2] Ahzâb 33/72
[3] Özgür Kavak, haz., Sûfî Diliyle Siyaset- İrşâdü’l mürîd ile’l- murâd fi tercemeti Mirsâdü’l- ‘ibâd, (İstanbul: Klasik, 2019), 51
[4] Mustafa Çakmaklıoğlu, Klasiklerimiz-XVI: Muhyiddin İbnü’l Arabî (560-638/1165-1240) et-Tedbirâtü’l-İlâhiyye fî Islâhı Memleketi’l-İnsaniyye”, 284.
[5] Özkan Öztürk, Siyaset ve Tasavvuf, (İstanbul:Dergah, 2017), 27.
[6] Özkan Öztürk, “Osmanlı Siyaset Düşüncesi ve İbnü’l-Arabî: et-Tedbirâtü’l-İlâhiyye Üzerinden Bir Okuma”, Osmanlı’da İlm-i Tasavvuf, 8-10 Aralık 2017, İstanbul, 2018, ed. Ercan Alkan-O. Sacid Arı, (İstanbul:2018), 747.
[7] Öztürk, Siyaset ve Tasavvuf, 117.
[8] Mahmud Erol Kılıç, İbnü’l-Arabî, (İstanbul:İSAM, 2015), 139.
[9] Öztürk, Siyaset ve Tasavvuf, 119.
[10] Öztürk, “Osmanlı Siyaset Düşüncesi ve İbnü’l-Arabî: et-Tedbirâtü’l-İlâhiyye Üzerinden Bir Okuma”, 747-748.
[11] En’âm 6/165
[12] Öztürk, Siyaset ve Tasavvuf, 129
[13] https://www.gzt.com/cins/mahmud-erol-kilic-osmanlinin-mnev-babasi-ibn-arabiydi-3366955